Yemekle Kurulan İlişki: Konfordan Izdıraba
- Ecem Senel

- 3 gün önce
- 3 dakikada okunur

Yemek yemek, hayatımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan en temel ihtiyaçlarımızın başında gelir. Sadece hayatımızı devam ettirmemizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda mutlu veya üzgün hissettiğimiz anlarda da bize eşlik eder. Mutlu olduğumuzda çeşitli yiyeceklerden oluşan kutlama sofraları kurar, üzgün olduğumuzda ise kendimizi abur cubur reyonlarının arasında buluruz. Stresli durumlarla baş etmek zorunda olduğumuz zamanlarda düşüncelerimiz bizi o kadar sıkıştırabilir ki rahatlamak amacıyla kendimizi sık sık buzdolabının önünde bulabiliriz ve bu bir alışkanlık haline gelebilir. Biliriz ki sevdiğimiz bir yiyeceği veya bir tatlıyı yemek bizi mutlu edecektir. Gerçekten de eder; beynimiz serotonin salgılar ve aldığımız hazla birlikte dopamin seviyemiz de yükselir, böylece kendimizi iyi ve rahatlamış hissederiz. Peki ya adımlarımız her sıkıştığımız anda kaçınılmaz bir şekilde buzdolabına yöneliyorsa? Ya da tam tersine, yemek yeme korkusuyla adımlarımızı kilitliyor ve beslenmeyi reddediyorsak?
İnsanlar yemeklere bağlanabilir ya da yemekten kaçınabilir. Asıl sorun da burada, yani yemeklerle sağlıksız bir ilişki kurmaktadır. Eğer yemeklerle ilişkimiz sağlıksız bir boyuta ulaşırsa yeme bozuklukları riski geliştirmemiz olasıdır. Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza gibi çeşitli yeme bozukluklarını duymuşsunuzdur. Belki haberlerde duymuş olabilirsiniz; çevrenizde gözlemleme şansınız olmuş olabilir, hatta kendinizde bile gözlemlemiş olabilirsiniz. Anoreksiya nervoza gibi kilo alma korkusuyla beslenmeyi reddetme ve yetersiz beslenme sonucu ciddi kilo kaybı yaşayan kişiler olduğu gibi, tam tersine yemeklerle sıkı bir bağ geliştirip duygu dalgalanmaları sonucu kendini tıkınırcasına yemek yerken bulan kişiler de vardır. Yemek davranışlarıyla mücadele içinde olan herkes için önemli adımlar yaşanılan durumun farkında olması, bu duruma esnek bir şekilde yaklaşması ve değerleri yolunda ilerleyerek sağlıklı bir tutum geliştirmesidir.
Bu noktada Kabul ve Kararlılık Terapisi'nin (ACT) nihai becerisi olan psikolojik esneklik kavramı aklımıza gelmektedir. Psikolojik esneklik, açık bir şekilde duygularımız ve düşüncelerimizin farkında olup onları değiştirmeye çalışmadan, onların varlığına rağmen değerlerimiz doğrultusunda yaşamı sürdürme becerisidir. Yeme bozukluklarında, yemek ile ilgili aklımıza gelen ve bizi tetikleyen, rahatsız eden duygu ve düşüncelerimizin farkına varmak, onların varlığını kabullenmek ve onları değiştirmeye çalışmadan aramıza mesafe koymak amaçlanır. Önemli olan değerlerimizi keşfedip olmak istediğimiz kişi yolunda adımlar atmaktır.
Yapılan araştırmalar göstermektedir ki yeme bozuklukları için Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT), çoğu yeme bozukluğunun temelinde yer alan katılık ve mükemmeliyetçiliği hedeflemek için oldukça etkili bir yaklaşımdır. Bu bozuklukla mücadele eden kişilerin yiyecekle ve bedenleriyle olan ilişkilerini kökten değiştirmeye yardımcı olur. Ayrıca yapılan araştırmalarda ACT'in önemli kavramlarından biri olan deneyimsel kabul üzerinde durulmaktadır. Deneyimsel kabul, kişinin içsel yaşantılarını kontrol etmeye, bastırmaya veya kaçınmaya çalışmadan, onların varlığına alan açmasıdır. Örneğin bir öğrenci sınav stresinden dolayı tatlı yemek isteyebilir. Deneyimsel kabul ile sınav stresinden dolayı tatlı yeme isteği olduğunu, bu hissin insani olduğunu ve onu bastırmak zorunda olmadığını fark edebilir. Bu bir istek, onu hissedebilir ama ona göre hareket etmek zorunda değildir. Bu becerinin yeme bozuklukları davranışlarından vazgeçme motivasyonunu artırdığı gösterilmiştir. Öz şefkat becerilerinin geliştirilmesinin de tedavide kritik önem taşıdığı görülmektedir. Kendine şefkatle yaklaşmamak, katı bir tutum sergilemek ve kendini cezalandırmak, kişinin duygusal yükünü hafifletmek yerine çoğu zaman bu yükü daha da arttırır. Bu nedenle, başkalarına gösterdiğimiz anlayış ve şefkati kendimize de göstermek oldukça önemlidir.
Uzun süredir devam eden ve bizi içten içe zorlayan rahatsız edici düşüncelere sahip olmamız çok doğaldır. Yemekle ilgili tekrarlayıcı düşüncelere kapılabilir, popüler kültürün yaratmış olduğu 'ince beden' baskısından dolayı kendimizi zayıf olmaya mecbur hissedebilir ya da hayatın zorlukları karşısında yemeyi geçici bir rahatlama aracı olarak görebiliriz. Bunların kısa süreli bir fayda sağladığını biliyoruz; ancak uzun vadede bizi olmak istediğimiz kişiye dönüşmekten ve hayatımızı daha iyi bir noktaya taşımaktan alıkoyan en büyük engeller haline gelebilir. Bu nedenle, düşüncelerimize esir olmamalı, esnek bir bakış açısıyla geçmişe ve geleceğe takılı kalmadan anı yaşayarak ileriye yönelik kararlı adımlar atmaya odaklanmalıyız. Unutulmamalıdır ki, bizi zorlayan her düşünce gerçeği yansıtmaz. Psikolojik esneklikle kalmanız ve değerleriniz yolunuzda kararlılıkla yürümeniz dileğiyle...
Yazar: Stajyer Psikolog İrem Gündüz
Editör: Uzm. Klinik Psikolog Ecem Şenel




Yorumlar